Murat Ülker yazdı: Her şeyi kontrol etmek isteği…

İş insanı Murat Ülker, “www.muratulker.com” bağlantı adresli kişisel sayfasında, her şeyi kontrol etmek isteği üzerine bir yazı yayımladı.

“Hayatımızın büyük bir kısmında, farkında bile olmadan başkalarının beklentilerini karşılamaya çalışıyoruz. Ailemizin bizim kararlarımıza katılmadığını mı hissediyoruz? Onları üzmeyeyim diyerek kendi isteklerimizi geri plana atıyoruz. Eşimiz veya dostumuz hayal kırıklığına uğramasın diye daha çok çabalıyor, fedakarlık ediyoruz; iş yerinde bile bu böyle değil mi?” diyen Ülker’in yazısı şöyle:

“Ama bazen de tamamen kendi köşemize çekiliyor, sessizleşiyoruz. Depresyon bile denenebilir buna!

Yazarımız Robbins, kendi hayatında bunu yıllarca deneyimlemiş. Başkalarını memnun ettikçe rahat edeceğini, onların onayıyla huzur bulacağını düşünmüş, ancak sonuç değişmemiş. Yorgunluk, tükenmişlik ve yetememek hissi peşini bırakmamış. Ne kadar uğraşsa birileri mutlaka hayal kırıklığına uğruyor, birileri mutlaka onu eleştiriyormuş. Peki bu işin başka bir yolu var mı? Robbins’in bu soruya yönelik 2 kelimelik çok net bir yanıtı var: Let Them, yani Bırak Yapsınlar. Bu kadar basit.

Patronunuz gergin mi? Bırak öyle olsun. Abiniz veya ablanız hayatınıza dair yine bir yorum mu yaptı? Bırakın yapsın. Bir arkadaşınız sizi son dakika ekti mi? Bırakın eksin. Onların davranışları sizin mutluluğunuzun ölçüsü değil ki; siz izin vermediğiniz sürece, başkalarının üzerinizde bir güce sahip olması mümkün değildir. Kontrol edemediğiniz şeyleri dert etmediğiniz andan itibaren hayatta kendinize daha fazla alan ve özgürlük bulursunuz, diyor yazar.

LET THEM + LET ME

Bazen bir fotoğraf birdenbire gününüzü altüst eder. Mel Robbins’in başına gelen de tam olarak buydu. Kanepesinde otururken, eski bir arkadaşının sosyal medyada paylaştığı karelere denk geliyor. Fotoğraflar bir hafta sonu kaçamağından: Brunchlar, kahkahalar, mangal başı sohbetleri… Ve en sonunda grup fotoğrafına yaklaştığında fark ediyor ki, bu arkadaş grubu onun yıllardır birlikte çocuk büyüttüğü, hayatını paylaştığı insanlar. Hepsi bir araya gelmiş, ama o orada değil. Bunun peşinden iç sıkışması ile birlikte dışlanmışlık hissi geliyor. Mel önce kendini teselli etmeye çalışıyor: “Belki unuttular… Belki yanlışlıkla oldu.” Ama nafile.

Ve sonra kafasında kısır döngü başlıyor: “Bir şey mi yaptım? Acaba kızgınlar mı? Niye hep unutulan ben oluyorum?” Kendini bu sorgulamalara kaptırmışken, eşi Chris içeri giriyor ve sakin bir şekilde soruyor: “Neden bu kadar önemsiyorsun?”

Aslında cevap basit, çünkü çoğumuz çevremizde olan biteni kontrol etmek istiyoruz. İçinde bulunduğumuz durumu, insanların bizi nasıl gördüğünü, hatta hislerini yönetmek istiyoruz. Çünkü bu kontrol illüzyonu bize sahte bir güvenlik hissi veriyor. Ama bu bir yanılgıdan ibarettir. Gerçek şu ki, başkalarının kararlarını kontrol edemezsiniz. Ve onları kontrol etmeye çalışmak sadece sahip olduğunuz kaygıyı büyütür ve derinleştirir. Bırakın ne isterlerse yapsınlar, eğlensinler, istedikleri gibi yaşasınlar. Bunu gerçekten kabullenebildiğiniz vakit, sahip olduğunuz kaygı seviyesi azalmaya başlıyor.

Ama bir yanlış anlaşılmadan kaçınmak için konuya açıklık getirmekte yarar var. Yazarın bahsettiği bırak gitsinler, yapsınlar, etsinler yaklaşımı bir boş vermişlik ya da pes etmek değildir. Bilakis bu üzerinizdeki baskıyı hafifletmeye yarayacaktır. Çünkü çok gayret etmemize rağmen bazen anlayamayız, değiştiremeyiz, başaramayız. Bu perspektiften o hafta sonu kaçamağını planlayan arkadaşlarının seçiminin Mel ile ilgili olmadığını anlayabiliyoruz. Bu onların hayatı ve seçimleri onlar yapıyor.

Böyle düşünebildikten sonra, teorinin ikinci ayağı “Let Me” kısmı devreye giriyor. Soru şu: “Peki şimdi ben ne yapacağım? Ben bu durum karşısında ne istiyorum? Ne yapabilirim?”

Belki eski arkadaşlarına ulaşmak, belki kendi sosyal hayatını yeniden inşa etmek, belki de sadece biraz durup kendini dinlemek, ihtiyaçlarını tespit etmek…

Let Me, yaşadığın durumun sorumluluğunu yüklenmek, başkalarına bakmak, onları takip etmek veya sorumlu tutmak değil! Onlar hayatını yaşarken, siz de kendi hayatınızı şekillendirebilirsiniz. Başkalarının davranışları değildir, sizin değerinizi belirleyen; bu yüzden kontrol edemeyeceklerinizi bırakıp kendi yaptıklarınıza odaklanmak en mantıklısı, bu bir boş vermişlik değildir. Kontrol edemeyeceklerinizin farkında olup, bunu neden kontrol edemeyeceğinizi anlayıp akabinde olgunluk ile bırak yapsınlar diyebilmektir.

HAYATIN STRES TESTİ

Günlük hayatta stresi tamamen ortadan kaldırmak mümkün değil; mesele bu stresin sizi altüst etmesine izin vermemektir yani başkalarının davranışları sizin ruh halinizi belirlememelidir. Mesela sizi geciktiren kasiyer, siparişinizi bir türlü getirmeyen garson, uçakta yüzünüze öksüren yolcu, yolculukta arkanızda saatlerdir ağlayan bebek, hiçbiri sizin enerjinizi çalmamalıdır. “Let Them” yani bırak yapsınlar yaklaşımı burada devreye giriyor. Onlar kendi hayatlarını yaşasın, siz kendi huzurunuzu koruyun. Çünkü sizi rahatsız eden bu durumlar düzelmeyecek, ancak siz kendi iç huzurunuzu koruyacak stresini yöneteceksiniz.

Beynimiz, stresle baş edemediğinde prefrontal korteks devre dışı kalıyor, amigdala kontrolü ele alıyor. Çoğumuzun adına aşina olduğu o meşhur “savaş ya da kaç” modu devreye giriyor. Sonuç? Sarf etmek istemediğimiz kırıcı sözler, alınmaması gereken yanlış kararlar ve en nihayetinde tükenmişlik oluyor varacağınız nokta; bu düşünce döngüsünden çıkmak için Robbins’in Let Them ve Let Me teorisi çalışabilir. İlk olarak başkalarının davranışlarını olduğu gibi kabul ediyorsunuz, sonra ikinci adımda “şimdi ben ne yapmalıyım” sorusunu kendinize yöneltiyorsunuz. Derin bir nefes almak beni biraz rahatlatır mı? Başka bir şeyle mi uğraşmalıyım?

Her durumun kendine özgü olduğunu ve farklı çözümler gerektirdiğini unutmamak gerekir. Bazen Let Them demek yeterli, bazen ise Let Me diyerek harekete geçmeniz gerekiyor. Buna siz karar vermelisiniz. Kendi dünyanızı kontrol edemezken, çevrenizdeki sorunları düzeltmeye çalışmak yıpratıcı olacaktır.

BAŞKALARININ DÜŞÜNCELERİNE TESLİM OLMAK

Kendi isteklerimiz ve hayallerimiz yerine, çoğu zaman ‘başkaları ne der?’ diye düşünüyoruz ve kararlarımızı buna göre şekillendirmek, fevkalade yıpratıcı oluyor. İnsanın zihninden günde ortalama 70 bin düşünce geçer. Başkalarının zihnini yönetmeye çalışmak beyhude; üstelik başkalarının ne düşündüğünü önemserken kendi hayatımıza dair özgürce karar verebilmek neredeyse imkansızdır.

Bizi seven, yakın çevremizde bulunan insanların bile bazen bizimle ilgili olumsuz düşüncelere sahip olabileceği gerçeğiyle yüzleşmemiz gerekiyor ve bu onların bizi sevmediği, önemsemediği anlamına gelmiyor. Bu durumu sevilmemek ile ilişkilendirmekten vazgeçtiğinizde daha özgür olabilirsiniz diyor yazarımız.

AİLE FARKLI MI?

Ailemiz, genellikle bizden bir şeyler bekler, kafasında bizim kim olmamız gerektiğine dair bir senaryo vardır. Eğitimimiz, eşimiz, kariyerimiz, görünüşümüz, hatta sosyal medya paylaşımlarımız bile bu bize yakıştırılanlarla çatıştığında direnç doğuyor diyor Robbins. Kendi hayatından bir örnek paylaşmış. Annesi, onun eşiyle evlenmesini hiç istememiş; bu isteksizliğini açıkça ifade de etmiş. Mel ilk başta kırılmış, hatta yıllarca bu kırgınlığı taşımış. Ama zamanla annesinin bu tepkisinin arkasındaki sebebi anlamış. Annesi kendi gençliğinde ailesinden uzakta, kendi başına çocuk büyütmenin ne kadar zor olduğunu yaşamış. Robbins’in New York’ta biriyle evlenip Midwest’e, yani ailesinin yanına hiç dönmeyeceğini düşündüğünde zihninde yaşadıkları canlanmış, endişelenmiş. Bundan öğreneceğimiz şey, konu aile olduğunda meselenin çoğu zaman yargıdan değil; kaygıdan kaynaklandığıdır.

Burada devreye Frame of Reference olarak tanımlanan kavram giriyor. Birinin seni neden eleştirdiğini ya da onaylamadığını anlamak için, onun hangi geçmiş deneyimlerden yola çıkarak bugünkü yargılara vardığını düşünmek gerekiyor. Robbins, bu perspektifi kazandığında annesine olan öfkesini dindirebilmiş. Bu, Let Them teorisinin ikinci katmanını oluşturuyor. Bir yandan bırakmak, vazgeçmek, öte yandan anlamaya çalışmak. Yanlış anlamayın… Doğru olmayanı meşrulaştırmaktan, üstü kapalı ya da açık onay vermekten bahsetmiyoruz; anlam vermekten bahsediyoruz. Bu anlayış hem sizi rahatlatacak hem de karşınızdakini anlamanızı sağlayacak.

AİLEDEN GELEN HAYAL KIRIKLIĞI SÜRÜYORSA?

Her ilişkinin bu kadar şefkatli bir zemine oturması mümkün değil. Bazı durumlarda ailenin tepkisi, kontrol arzusundan, anlaşılmamışlık hissinden ya da bencil beklentilerden doğar. Robbins, özellikle önce parçalanıp sonra tekrar bir araya gelen ailelerde bu gerilimin daha belirgin yaşandığını tespit etmiş. Mesela üvey çocuklar, yeni gelen bir anne veya babayı bir tehdit olarak görebilir ve ebeveynlerinin sevgisini paylaşmak zorunda kaldıkları biri gibi algılayabilirler. Let Them teorisi burada devreye girer; tepkiyi bastırmak yerine çocukların üzülmelerine, kızmalarına, uzak durmalarına izin vermek gerek, çünkü bunlar sürecin doğasında vardır. İkinci aşama ise Let Me yani bu ilişkiler içinde üvey ebeveyn ne yapacak? Bu aileyle ne kadar iç içe olmak istiyorum? Neyi kabul edebilirim, neyi kabul edemem? Robbins bu soruların cevabının herkese göre değişeceğini ama karar alma hakkının bireyin kendisinde olduğunun altını çiziyor ve bunu yaparken de mükemmel olmayı beklememeyi öneriyor. Karşımızdaki kimi zaman kırıcı veya anlayışsız; kimi zaman ise sevecen ve destekleyici olabilir. Kusurlarıyla, hisleriyle, beklentileriyle onun herhangi bir insan olduğunu unutmamamız gerekiyor. Bunun ardından karşımızdakini olduğu gibi kabul etmeyi ve aramızdaki ilişkide onların bize verdiği değil, bizim onlara vermeye hazır olduğumuz değere bağlı sağlıklı bir ilişki kurmayı öğrenebiliriz.

ZOR KARARLAR NEDEN YANLIŞ GİBİ HİSSETTİRİR?

Bir okuru Robbins’e şöyle yazmış: “Düğünüm birkaç hafta içinde ama içimde sürekli bir sıkıntı var. Nişanlım ile her gün kavga ediyoruz. Sanki büyük bir hata yapıyormuşum gibi hissediyorum. Ama ailem para yatırdı, her şey planlandı. Düğünü iptal edemem, değil mi?” Robbins’in yanıtı tabii ki: Evet, edebilirsin. Ama kolay mı, değil.

Doğru kararlar genellikle yanlış hissettirir. Başkalarını hayal kırıklığına uğratacağımızı düşündüğümüzde, içimizdeki suçluluk ve korku mantığımızın önüne geçer. Bu nedenle çoğu insan, yanlış ilişkilerin içerisinde yaşlanır ve hayatını mutsuz olduğu işlerde harcar veya kendi isteklerinin zıddını yaşar.

KIYASLAMAK

Kıyaslamak yalnızca insana ait bir alışkanlık değildir. Kıyas, hayvanlar aleminde bile var. Bir erkek aslan, sürünün lideri olabilmek için diğer erkekleri yenmelidir, bir dişi tavus kuşu, en parlak kuyruklu erkeği eş seçer. Bu kıyaslar güçlü genleri aktarmak ve hayatı sürdürmek için gereklidir ve hayvanlar bunu içgüdüsel yapar. Ne bir geyik, diğerinin boynuzlarına bakıp kendini yetersiz hisseder; ne bir serçe, komşusunun yuvasını görünce kıskanır.

Ama insana gelince, iş karmaşıklaşıyor. Biz kıyasladığımızda yalnızca bir değerlendirme yapmıyoruz; duygularımız, bencilliğimiz ve motivasyonumuz ve daha neler işe dahil oluyor. Eski bir arkadaşınızın bir anda iş kurduğunu duyduğunuzda içinizden ‘Ben niye hala bu durumdayım?’ diyoruz. Çocukluk arkadaşınız dünya turuna çıkmış, fotoğraflarını sosyal medyada paylaşıyor. Sanki birileri sürekli olarak sizden önde, daha başarılı gibi… Aslında mesele, kıyaslamak değil; neticede nasıl davrandığımız çünkü yaptığımız bu kıyaslar, Mel’in tabiri ile sessiz bir işkenceye dönüşüyor; kıyaslayarak kendimizi yavaşça zehirliyoruz. Daha güzeller, zenginler, şanslılar diye düşünüp duruyoruz; halbuki zaten değiştiremeyeceğiniz bir durumda kendinizi böyle hırpalamak, enerjinizi tüketmekten başka bir işe yaramıyor.

Ama kıyasın bir de bambaşka bir yüzü var. Robbins buna teacher yani mürşit diyor. Yani kıyasladığın kişiyi bir rakip olarak değil, bir öğretmen olarak görmek. Bu hiç kolay değil. Hele o kişi sizin hayalini kurduğunuz o kariyere ulaşmışsa veya hayal ettiğiniz başka şeylere kavuşmuşsa; o zaman Mel’in önerdiği şey ise şu: O kişiye öfkelenmek ve onu kıskanmak yerine, onun hikayesinden ne öğrenebileceğinize bakınız.

YETİŞKİN DÖNEMİNDE DOSTLUKLAR

Yetişkinlikte dostluklar çocukluk yıllarındaki kadar kolay değildir. Çocukken arkadaşlık kurmak için çoğu zaman bir plan yapmaya bile gerek kalmaz; aynı sokakta oynamak ya da aynı sınıfta okumak yeterlidir. Görüşmeler kendiliğinden olur, hayat sizi zaten bir araya getirir. Ama sonra, büyürsünüz. Taşınmalar, iş değişiklikleri, hayatın farklı evreleri derken herkes kendi yoluna gider, bazıları ise silinir gider. İşte tam bu noktada bırakın yapsınlar yaklaşımı devreye giriyor. Herkesin kendi yoluna gitmesini, yeni çevrelere karışmalarını, hatta bazen mesajlarınıza dönmemelerini normal karşılamak gerekir. Robbins dostlukların üç temel üzerine kurulduğunu söylüyor: Yakınlık, Zamanlama ve Enerji. Aynı ortamda bulunmak yakınlığı sağlar. Benzer hayat evrelerinde olmak zamanlamayı kolaylaştırır ve tabii aradaki “kimya” da enerji dediğimiz şeyi yaratır. Bu üçünden biri eksildi mi, ilişkiler de doğal olarak değişir.

Peki ya zamanla geriye kimse kalmazsa? İşte burada da “bırakın yapayım” yaklaşımı devreye giriyor. Yeni bir sosyal çevre kurmak için inisiyatif almanız gerekiyor. Mesela Robbins taşındığı yeni kasabada ilk yılını tamamen yalnız geçirmiş. Sonra bir komşuya selam vermek, markette kasiyere gülümsemek, kahve dükkanında baristanın adını öğrenmek gibi attığı küçük adımlarla yepyeni bir çevre kazanmış.

Robbins, kitabında bu yaklaşımı öneriyor. Kendinize bir yıl verin ve bu süre boyunca yeni insanlarla tanışmak için çaba gösterin. Bazı dostluklara anında ısınırsınız, bazılarıysa olgunlaşmak için zaman ister. Her insanın hayatınızda kalıcı olamayacağını da bilmelisiniz. Bazıları sadece bir şey öğretir, bazıları ise yalnızca kısa bir süre size eşlik edecektir. Bırak Yapsınlar, eski dostlukları bırakmak, Bırakın Yapayım ise yeni bağlar kurmak cesaretini verir. İkisini birlikte yapabildiğinizde hem yükleriniz hafifler hem de hayatınıza taze bir soluk getirebilirsiniz. Belki de en değerli dostluklarınızın bazıları, henüz tanışmadığınız yeni bireylerle olacak, kimbilir?

İNSANLARI DEĞİŞTİRMEYE ÇALIŞMAK

Mel Robbins’in üzerinde en çok düşündüğü sorulardan biri şu: Bir başkasını değişmeye nasıl motive ederim? Cevabı kısa, net ve biraz da beklentinin dışında: Edemezsin. Ne kadar iyi niyetli olursanız olun, karşınızdaki kişi kendi içinde o isteği hissetmiyorsa hiçbir şey değişmeyecek. Ne kadar haklı sebepleriniz olursa olsun, zorladıkça sadece gerginlik artıyor. İlişkilerde mesafe oluşuyor ve siz de her defasında biraz daha yoruluyorsunuz.

Mesela eşinin sağlığına dikkat etmesini çok isteyen bir arkadaşınız, bunun için elinden geleni yapmış, spor salonu üyeliği, sağlıklı diyet dahil. Ama kısa bir denemeden sonra eşi eski alışkanlıklarına dönmüş; kadın öfkeli, adam bıkmış ve bu kısır döngü devam etmiş, gitmiş. Bu döngüye hiçbirimiz yabancı değiliz aslında, hep bir başkası için, sevdiğimiz için iyi davranışlar istiyoruz; mesela sigarayı bırakmasını, işine odaklanmasını, mali sorumluluk almasını… istiyoruz. Ama yaptıklarımız bir işe yaramıyor, Robbins’in dediği gibi: Yetişkinler, yalnızca istedikleri zaman değişir.

Peki, onları etkilemenin bir yolu var mı? Robbins şöyle diyor: Bırakın kendi kararlarını versinler. Onları değiştirmeye çalışmayı bıraktığınızda, üzerinizdeki o ağır yük hafifler. Üstelik aranızdaki ilişki artık daha sağlıklı bir hal alabilir.

Bu yaklaşımın bilimsel nedeni nedir? İnsanlar, kendi hayatları üzerinde kontrol sahibi olmak ister. Baskı bu hissi tehdit eder ve doğal olarak direnç doğurur. Ama siz sağlıklı beslenir, düzenli spor yapar, pozitif alışkanlıklar geliştirerek kendi davranışlarınızla örnek olursanız, çevrenizdekiler zamanla etkilenir; buna sosyal bulaşıcılık deniyor, başkalarının davranışları farkında olmadan bizim davranışlarımızı şekillendiriyor.

ÜZÜM ÜZÜME BAKA BAKA KARARIR, DEMİŞ ATALARIMIZ!

Robbins burada pratik bir usul öneriyor: ABC Döngüsü.

A (Apologize and Ask) – Geçmişte baskı yaptığınız için özür dileyin ve konu hakkında açık uçlu bir soru sorun yani cevabı evet/hayırdan ibaret olmasın.

B (Back Off) – Geri çekilin. Zaman tanıyın. Onun kendi kararlarını vermesine imkan tanıyın.

C (Celebrate) – En küçük ilerlemeyi bile kutlayın. Bir gün spor yaptıklarında bunu fark edin ve takdir edin; ama bunu samimi bir şekilde abartmadan yapın. Yazara göre bu yöntem değişimin kapısını aralayabilir. Çünkü insanlar ancak kendi kararlarıyla hareket ettiklerinde kalıcı bir dönüşüm yaşarlar.

ZORLANAN BİRİNE DESTEK OLMAK

Birinin zor zamanlar geçirdiğini görmek yürek burkan bir şeydir, hele ki o kişi sevdiklerinizden biriyse. İçimizden gelen ilk refleks, genellikle müdahale etmek, sorunu çözmek, işleri yoluna koymak olur. Ama Mel’e göre bu işe yaramıyor, hatta bazen tam tersi bir etki yaratıyor. Robbins bunu şöyle açıklıyor: Bir yetişkinin sorunlarını onun yerine çözmeye çalıştıkça aslında iyileşme sürecini erteliyorsunuz. Çünkü insanlar ancak kendi istekleriyle ve kendi tayin ettikleri zamanda değişir. Siz ne kadar isterseniz isteyin, onlar hazır olmadan bir değişim gerçekleşemez. Mesela başka birinin borcunu ödemek, iş bulana kadar ona para göndererek desteklemek, her krizde yanında olmak gibi… Bunların hepsi kısa vadede rahatlatır. Ama uzun vadede o kişinin kendi ayakları üzerinde durma becerisini köreltir. Tıpkı iş dünyasında olduğu gibi… Bir yöneticinin her problemi kendi çözmesi ekibi güçlendirmez; tam tersine, sorumluluk alma kaslarını köreltir. Bilakis siz sevdiklerinizin kendi hayatlarını yaşamalarına izin vermelisiniz.

Kolay mı? Tabii ki değil. Değer verdiğiniz birini ya da ekibinizi sıkıntı çekerken izlemek kadar zor bir şey yoktur. Hele ki onun işini kolaylaştırmak için elinizden geleni yapmak varken; fakat bu noktada yardım etmekle kurtarmanın aynı şey olmadığını bilmelisiniz. Yardım etmek, alan açmak, dinlemek ve kaynak sunmaktır. Kurtarmak ise sorumluluğu tamamen üstlenmektir ve bu hem sizin hem de karşı tarafın tükenmesine yol açar. Bilakis onların yoluna ışık tutun, sırtınızda taşımayın. Onların yanında yer alabilir, onlara inandığınızı gösterebilir ve ihtiyaç duyduklarında elinizi uzatabilirsiniz. Bırakın Yapsınlar yaklaşımının en güçlü öğretilerinden biri tam olarak budur. İnsanların kendi hikayelerinin kahramanları olması için gereken alanı tanımak gerek.

YAKINMALARINIZ BAŞKALARIYLA BAŞLAR, SİZİNLE BİTER.

Farkındalık “Bırak Yapsınlar” yaklaşımının temelini oluşturuyor. Başkalarının söylediklerini, yaptıklarını ya da yapmadıklarını kontrol edemezsiniz; ama nasıl hissettiğinizi ve nasıl tepki verdiğinizi seçebilirsiniz.

Ardından “Bırakın Yapayım” geliyor. Yani kontrolü elinize almak, kendi hayatınızın sorumluluğunu üstlenmek zamanı, hatırlayın:

Eski arkadaşlarınızın sizi neden davet etmediğine takılmak yerine, yeni dostluklar kurmak için ilk adımı atmak,

Hayal ettiğiniz kariyere başlamak için risk almak,

Yıllardır ertelediğiniz büyük değişimi gerçekleştirmek için konfor alanınızı terk etmek.

Sizin gerçek yaşamınız, hayatınız ve duygularınızdan başkalarını sorumlu tutmaktan vazgeçtiğiniz anda başlıyor. Ben işgüzarlığı bırakalı çok oldu. Ben başkasının dertleriyle dertlenmemeyi öğreneli çok oldu. Yani ben başkalarının sorunlarını onlar istemedikçe konuşmam, hele üçüncü kişilerle başkaları hakkında hiç konuşmam. Genelde şöyle başlar bu tip konuşmalar: sana bir sır vereceğim… bense sırrını söyleme dostuna o da söyler dostuna derim. Sonra gerçekte benden ne istediğini ve nasıl yardımcı olabileceğimi sorarım. Net bir cevap alamazsam da ısrarcı olmam, ertelerim. Böylece mümkün olduğu kadar başkalarının dertlerini dinlemekten kaçınmayı öğrendim; dedikodudan uzak dururum ve sadece işime ve sevdiklerime, aileme odaklanırım. Bu beni biraz dışarıya karşı ilgisiz gibi gösterse de bulunduğum pozisyon, dünyaya yayılmış “80 bin kişilik bir ailesi olmak” böyle gerektiriyor. Önemli ve zor olansa, kendi sorumluluğumuzu nasıl layığıyla yerine getirdiğimiz değil mi?

Related Posts

Erzurum’da Buğday Hasadı Başladı

Atatürk Üniversitesi’nde buğday hasat töreni yapıldı, tarımsal sürdürülebilirlik vurgulandı.

Derman: Emekliler, kendi ülkesindeki tatil beldelerini bile televizyonda seyrediyor

İlyas GÜR – RİZE / YENİÇAĞ Almanya ile Türkiye’deki emekli maaşlarını kıyaslayan Türkiye Emekliler Derneği (TÜED) Rize Şube Başkanı Recep Ali Derman, gelir farkının emeklilerin yaşam kalitesini doğrudan etkilediğini vurguladı. Derman, yaptığı …

Limon Hasadı Başladı: Fiyatlar Düşüyor

Adana’da limon hasadı başladı, fiyatlar 20-60 lira arasında değişiyor, rekolte hedefi 380 bin ton.

Diyarbakır’da Traktörcüler Sitesi’nde Yangın

Yangında 3 dükkan, 19 traktör ve 1 otomobil zarar gördü. Vali Zorluoğlu incelemelerde bulundu.

Döviz Kurları Güne Yükselişle Başladı

Dolar 40,6690 lira, euro ise 46,5370 liradan işlem görüyor.

Mahfi Eğilmez: Finansal özgürlük ve kumar

Mahfi Eğilmez: Finansal özgürlük ve kumar